Hayale Yığılan Şeyler

Kuş gibi

KUŞ GİBİ

 

Önündeki geniş bahçesiyle diğerlerinden ayrılıyordu. Bahçede çok canlı üç çam ağacı dışında tek tük ağaçların yaprakları sarıya bazıları da kırmızıya dönmüştü. Beyaz boyalı apartman dört katlıydı. Üst teki iki katın camlarını güneş alaca kızıl parlaklığıyla yalıyor,  kuş korosu büyüklü küçüklü helezonlar çizerek kah yükselip kah alçalıyor  güneşi  şakımalarla yolcu ediyordu. Giriş katındaki kapının üst tarafındaki camda ışık vardı. Aralık pencereden tiz bir kadın sesi geliyordu.

–         21 Aralık 2012’ye kaç gün kaldı şurda , akşam olması şart mıydı? işten okuldan aç gelecek millet  yiyecek içecek de ayarlamak lazım. Maya takvimine göre de kıyamet günüymüş.

Konuşmasından orta yaşın üzerinde olduğu belli olan tok  bir erkek sesi cevap verdi:

–         Bırak bu safsataları şimdi. Çok fazla abartma, her zamanki toplantılardan biriymiş gibi davranalım.

–         Ama öyle değil, on yılı geçti şu evi alalı Ahmet Bey’den -Allah razı olsun- iyice alıştık , şimdi ne olacak nasıl ödeyeceğiz o parayı.

–         Ahmet Bey’den Allah razı olsun da aynı Ahmet Beyin salaklığı yüzünden başımıza geldi bunlar.

–         Haksızlık etme bir tek sana söylemişti, ne güzel  ek bir gelir oluyordu. O sayede gitmedik mi yurt dışı seyahatlerimize. Bak işte şu porselenleri Prag’dan aldığımızı dün gibi hatırlıyorum, kaldığımız otel de beş yıldızlıydı diğerleri gibi, sarayda kaldık ayol. fazlası vardı, eksiği yoktu. Senin emekli albay maaşınla zor kalırdık  öyle yerlerde.

–         Ahmet’in her yıl değişen mercedesleri, boğazdaki villaları, özel uçak bile almış. Bize verdiği bahşiş kalır. O kadar da gözünde büyütme Ahmet’i, esas onun arkasında Adanalı Servet var. Biliyorsun milletvekili imtiyazıyla kapatmış buradaki eski  konakları. Adamın Adana’daki topraklarının haddi hesabı yok. Ahmet de yıllardır onun inşaatlarını yapıyor. Belediye ile hiçbir sorun yaşamadan tıkır tıkır yürüyor işler.

E bu nasıl oluyor? Adana’lı, milletvekili nüfuzunu kullanmasaydı  Belediye göz açtırmazdı.

Hadi acıktım artık yemek yemiyor muyuz?

*                           *                             *

Özenli döşenmiş geniş salondaki yemek masasında zengin denebilecek yiyecek çeşidi vardı. Çay fincanları ve içecek bardakları ayrı bir yerde tabakların yanında duruyordu.

Koltukların yanlarındaki sehpalarda yarı içilmiş bardaklar, yiyecek tabakları vardı.

İkili koltukta oturan Samet  Bey kırklı  yaşlarda, sportmen görünüşlü iyi giyimli bir avukattı. Heyecanlı bir şekilde söze başladı:

–         Albayım, evi satın aldığımdan beri sizin yöneticiliğiniz sayesinde çok rahat ettik. Teşekkür ederim. Sizin talebinizle diğer kat maliklerinin de rızasıyla konuyu araştırdım. Maalesef yasal olarak yapabileceğimiz bir şey yok . Ama kendi adıma böyle bir borç yükünü de üstlenmeye hiç niyetim yok. Ahmet Beyin de burada olması gerekirdi. Daha önce bize bodrumdaki yeri depo olarak kullandığını söylemişti.

–         Evet, doğrudur depo olarak kullanılıyor, bu sayede yıllardır apartman giderleri de karşılanıyor biliyorsunuz.

–         Efendim depo olarak kullanılıyor ise bu kadar vergi borcu bu yere nasıl tahakkuk eder? Farzedelim Ahmet Bey borcu yatırmayı ihmal etti, üstüne gecikme faizi bindi, ama o kadar yere böyle bir borç çıkması mümkün değil. Gazeteci komşumuz ne düşünüyor? Diyanet işlerinde çalışan  dostumuz Muhammet bey siz ne düşünüyorsunuz?

Samet Beyin yanında oturan albenili eşi başıyla söylediklerini onaylarken, ev sahibesiyle  konuşmasına da hararetle devam ediyordu.

–         Söylediğiniz mağazaya gidemedim daha, inşallah  kalmıştır, sipariş üzerine ithal ediyorlar demiştiniz, çok şanslıyım sipariş veren biri vaz geçmiş iyi ki söylediniz. Çok istiyorum almayı ama oğlanın okul taksidine denk geldi belki ben de önümüzdeki ay sipariş veririm. Ne yapalım altı ay sonra alabileceğim ama o zaman da yeni modeller gelecek .. Off  Atıfet Hanımcığım… hiç yetişemiyecek miyim ben ?

–         Canını sıkma Oya’cığım lazım olursa benimkileri sana ödünç veririm.

–         Çok iyisiniz . İki numaradaki gene aynı paltoyu giyiyor bu sene de, koyu renk hastası halbuki bu yıl gri moda. Ne paçoz değil mi?

–         Apartmanımızın ahengini bozuyor, baksana yaptığı işe kuaförmüş haspam. Sabahın köründe çıkıyor gece vakti geliyor. Kardeşi de belediyede çalışıyormuş güya . hala okulunubitirememiş.

–         Ahmet Bey nasıl buna kiraladı bu daireyi anlamadım.

–         Beş yıl önce bir numaradaki gazeteci  rica etmiş Ahmet Bey’e  o da kıramamış buna kiraya vermiş. Ama kocamın dediğine bakılırsa Ahmet Bey rica mica dinlemez bir çıkarı olmasa dünyada onu kiracı olarak kabul etmezmiş. Doğu’luymuş bunlar. Gazeteci de o taraflardan, hemşehri saylırlar yani.. O seçimde  Adana’lı  seçilememiş de , gazetecinin de bir bildiği varmış;  al gülüm ver gülüm durumları yani senin anlayacağın.

–         Aaaa karışık işler desenize.. Ama iki sene önce bize yüklü elektrik faturaları geldiğinde kardeşi olan öğrenci çocuk yanlışlığı ortaya çıkarmıştı da ödemekten kurtulmuştuk.

–         Evet o genç bilgisayarcıymış, bir ara sorgulanmış ama sonra delil olmadığı için bırakılmış. O da kılıksızın biri saç sakal birbirine karışmış dolaşıyor ortalıkta. Belediyede nasıl işe aldılar bunu anlamadım.

Salondaki tekli koltukta oturan gazeteci, hafifçe kaykıldığı koltuktan doğrulup gözlüklerini düzeltti.

–         Aslına bakarsanız Samet Bey, ben de konuyu araştırdım. Ödememiz gereken para nerdeyse oturduğumuz dairenin yarısı. Bu vergi borcunun çok önceden ödenmiş olması gerekiyordu. O dönem milletvekili olan Adana’lı mal sahibi nüfuzunu kullanarak  bu kıyağı geçti. Şimdi hükümet değişti biliyorsunuz , geçmişe dönük bütün kayıtların da altını üstüne getiriyorlar. Belediyedeki baskından sonra ortaya çıktı bu borç. Muhammet Bey’in görüşlerine ihtiyacımız var.

Diğer tekli koltukta oturan ellili yaşlarındaki Muhammet Bey, tabağındaki yiyecekten bir parça alıp,ağzını şapırdattı.Düşük omuzları arasında kaybolmuş boynunu ileriye  uzatarak koltuğun yanlarına kalkacak gibi tutundu. Yutkunduktan sonra:

–         Biliyorsunuz  bunca yıldır aynı kurumda çalışıyorum. Hükümetlerle benim alakam olmaz. Görevimi Allahın izniyle  hakkaniyetle yapıyorum.  Bu vergi mes’elesine gelince burada bir yanlışlık olduğu muhakkak. On yıldan beri oturduğum apartmanda bir anda böyle bir borç çıkması olacak şey değil. Ahmet Bey  bunun bir haksızlık olduğunu söyleyip duruyordu. Benim tahkikatım neticesinde bu borç çok eskiye dayanan ödenmemiş bir borç, evet haksızlık var ancak bu bizlere yapılan bir haksızlık. Çünkü bu borç toprak sahibinin yirmi yıl önce ödemediği bir borç. Evi alırken tapu kaydına her birimiz baktık. Kanaatim odur ki bizim malumatımız dışında hepimizin mal sahipleri olarak geçmişteki borçları kabul ettiğimize dair bir kayıt düşülmüş tapuya. Ben bunu da tahkik ettirdim, iki sene öncesine kadar buna itiraz hakkımız varmış. İki yıl önce değişen bir kanun  ile bu itiraz hakkımız ortadan kalkmış. Dairelerimiz aldığımız tarihe göre değerlendi, şimdi satsak  bu borcu şartlı satışla kapatabiliriz. Kalan parayla da kattiyen böyle bir daire alamayız. Maalesef  o borç orda durduğu sürece, Adana’lı Servet Bey  veya Ahmet Bey ödemedikçe biz ödemek  mecburiyetindeyiz. Onları zorlamamız lazım. Gazeteci  komşumuz  İbrahim Bey belki bu mevzuu haber yaparak onları köşeye sıkıştırabilir. Ne dersiniz İbrahim Bey?

–         Dostum, bunlarla uğraşmak kolay değil, üç yıl önce bunların ipliklerini pazara çıkaracak bir haber yapmaya başladığım sırada patronun da Servet Bey ile bağları olduğunu öğrendim. Biliyorsunuz bu zamanda iş değiştirmek hiç kolay değil. Gazetecilerin çoğu içerde, üstelik bilgisayarlarına bulaşan virüs dışında delil de yok. Tam o sırada Özgür’lerin ev aradığını laf arasında Hülya’ya  söylerken Ahmet Bey duymuş,  benim daireyi verelim onlara İbrahim Bey, madem sizin hemşehriniz diye sözde bana kıyak geçti. Zaten haberi de yapamayacaktım, hiç değilse onların işi hallolsun dedim.

Tam bu sırada  Atıfet Hanım heyecanla söze girdi.

–         Biz de şimdi Oya’cığımla bundan bahsediyorduk. Hani sizin hemşehriniz genç elektrik faturalarındaki bilgisayar hatasını ortaya çıkarıp hepimizi fazla ödemekten kurtarmıştı ya, şimdi de Belediye’de çalışıyormuş -başarılar dileriz kendisine – acaba o kayıtlara bakabilir mi diye aklıma geldi. Keşke toplantıya çağırsaydık Özgür Hanımı. Kapıcı ile haber göndersek mi, bize bir yarım saat ayırsa.. Az önce geldi, kapının sesinden anladık Oya Hanımla. da, kulaklarını çınlattık.

Salonda bir sessizlik oldu. Önce herkes gözleri parlayarak birbirine baktı, sonra gözler İbrahim Bey’e döndü.

–         Bilmem ki nasıl olur, bu kat malikleri toplantısı, belki evde işleri falan da vardır

diye lafı ağzında gevelerken , salondakilerin hepsi bir ağızdan çağıralım, çağıralım diye İbrahim Bey’e doğru yöneldiler. Atıfet Hanım çoktan kapıcıyı çağırmış konuşuyordu.

Özgür gelene kadar salondaki hareketlenme bir süre devam etti., hepsi çok heyecanlanmıştı.

Kapı çalındığında salona sessizlik hakimdi.

Özgür ufak tefek esmer güzeli otuzlu yaşlarında bekar bir kadındı. Çekingen bir tavırla salona geldi, Atıfet Hanım onu kapıda karşıladı, salondakilerin hepsi ayağa kalkıp o güne kadar hiç karşılaşmadığı bir samimiyetle hoş geldin diyerek tek tek elini sıktılar. Daha önce onu görünce selamı kaşıyla veren Oya bile yanaklarından öptü. Atıfet hanım ona kendi yerini vermek istedi, kabul etmeyince Oya ile Atıfet hanımın arasındaki fiskos köşesine buyur edildi. Hemen ne içeceği sorulup servis yapıldı. Havadan sudan birkaç cümle edildi. Kardeşinin işi nasıl gidiyordu, okulunu bitirmiş miydi, e hem iş hem okul kolay değildi, iki dersi kalmıştı demek. Başarılar dilediler. Kısa cevaplar aldılar Özgür’den. Kendisine o kadar ilgi gösterilmesinden tedirgin, gizlemeye çalıştığı bir merakla bekliyordu.

Görünüşteki nezaketin ardındaki beklenti  huzursuzluklarını  gizleyemeyecek noktaya gelince gözlerini gazeteciye çevirdiler. İbrahim Bey:

–         Özgür’cüğüm, bu kat malikleri toplantısına seni neden apar-topar getirdiğimizi merak ediyorsundur. Başımızda bir sıkıntı var, geçmişten kalan doğruluğu şaibeli bir vergi borcunun ödenmesi üstümüze  kaldı. Araştırdık, bir çıkış yolu bulamadık. Ali’nin çalıştığı bilgisayar firması sadece belediyeye değil, Tapu Müdürlüğüne  de kurulum ve servis hizmeti sağlıyordu değil mi?

–         Galiba, sanırım..

–         Ondan gene bir ricamız olacak, kayıtları bir araştırabilir mi?

–         Herhalde yapabilir, kendisiyle konuşsak daha iyi olur. Ben onun adına bir şey söyleyemem. Bu akşam çalışıyor,  yarın öğlene kadar evde olacak. Yalnız ben konunun detaylarını bilmiyorum. Sen bir konuşsan İbrahim ağabey, konuyu iyice anlatırsın.

–         Tamam, ben yarın öğle saatlerinde Ali ile konuşurum, duruşmam 14.00 de geçerken onu da işine bırakırım.

–         Kusura bakmayın benim kalkmam lazım, evde yapmam gereken işler var.

Tabii tabii diye hepsi aynı anda ayağa kalktı, rahatlamışlardı. Rahatsız ettikleri için özür dileyip teşekkür ettiler, tek tek elini sıkıp, kapıya kadar geçirdiler,

Oya yüksek sesle:

–         Atıfet Hanımcığım oldu bu iş galiba, ne dersiniz? Biz de müsaade isteyelim geç oldu.

Sonra sesini alçaltıp sadece Atıfet Hanımın duyacağı şekilde

–         O kadar da sünepe değilmiş, oturmasını kalmasını biliyor. Hatta akıllı bile diyebiliriz nasıl sessizce herkesi dikkatle dinleyip, kısa da olsa tek tek cevap verdi.

–         Herhalde, başka türlü olsa, İstanbul’da bu semtte kuaför çalıştırabilir mi sence?

Bu esnada diğerleri ayağa kalkmışlardı bile, neş’e içinde teşekkür edip yakında tekrar bu dafa İbrahim Beyin evinde buluşma temennisi ile ayrıldılar.

*                                  *                                      *

İbrahim, saat tam on ikide karşı dairenin kapısını çaldı. Ali gülerek onu içeri buyur etti.

–         Ağabey kusura bakma tam uyanamadım daha, sabah dörttü yattığımda anca kendime geliyorum. Gel kahvaltı masası ortada bir şeyler yiyelim.

–         Sağ ol Ali’ciğm ben kahvaltı ettim ama bir çayını içerim. Özgür sana bahsetti mi?

–         Yok ağabey, biz görüşemedik yalnız senin onikide geleceğin yazılı  bir not bırakmış.

–         Tamam, şimdi ben sana konuyu anlatayım. Bizim aşağıda bir bodrum katı var, ortak mülkiyette, depo olarak kullanılıyor yıllardır. Şimdi, yaklaşık altı ay önce oraya bir vergi borcu çıkardılar ki  aklın almaz  herkes dairesini satsa nerdeyse dörtte biri kadarını bu vergi borcuna yatırıp kurtulabilir. Hepsi konuyu araştırdılar bir çıkış bulamadılar. Ben de bir çözüm bulamıyorum. Önümüzdeki  ayın sonuna kadar ödememiz lazım. Dün akşam toplantı  yaptık. Esas sorumlu olanlar toplantıda yoktu,  yurt dışındalarmış, gerçi olsalar da ödemeye yanaşmayacaklardı. Bu herifler bunu meslek haline getirmişler, ne zaman ortadan kaybolacaklarını çok iyi biliyorlar. Gene bir çıkış bulamadık anlayacağın . Sonra kadınların aklına sen geldin, şu yanlış elektrik fatuıralarını ortaya çıkarmıştın ya. Bu vergi borcu için de bir şey yapabilir misin?

–         İbrahim ağabey, hepiniz iyice araştırmışsınız bu elektrik faturası gibi bir durum değil anladığım kadarıyla. Benim yapabileceğim bir şey olduğunu sanmıyorum.

–         Ali’ciğim, hiç birimiz bu borca resmen itiraz etmedik, el altından araştırdık. Senin bilgisayar canavarı olduğunu çok iyi biliyorum. İstersen halledebilirsin.

–         İbrahim ağabey, sen benden kayıtlarla oynamamı mı istiyorsun?

–         Ali’ciğim, sonuçta vergi kaçıran tonla insanın yaptığını yapmıyoruz, hepimiz vergilerimizi kuruşuna kadar ödüyoruz. Ortada bize yapılan bir haksızlık var, bunu düzeltmeni istiyorum. Ayrıca senin istediğin siteye girip istediğin bilgileri kullanabildiğini de biliyorum. Emniyette sorgulandığında senin yanında değil miydim? İMKB hisselerini on dört dakika önce piyasaya duyurma mevzuunu ikimiz de biliyoruz.

–         İbrahim ağabey, ben kişisel durumlar için hiç böyle bir  şey yapmadım, yapmam da. Maliyenin  danışmanlığını da bizim şirket yapıyor, rakam büyük, sadece senin payın olsa dikkati çekmeyebilir, şirketten biri mutlaka duruma uyanır , beni bu defa kesin içeriye tıkarlar.Geleceğim yok olur.Sana asla hayır diyemeyeceğimi çok iyi bilirsin, iyiliklerin için minnettarım. Bunu benden isteme, yapamam.

–         Hay Allah, artık bu noktaya gelmişken sadece benimki diye bir şey olamaz. Diğerleri bizi ihbar ederler sen de ben de yanarız.

–         Evet ağabey, bir kereliğine senin için yapabileceğim bir şey olsa anında yaparım, hiç seni üzer miyim? beni zorlama .

–         Oğlum, ben senin bu işlerde ne kadar usta olduğunu biliyorum. İstersen tereyağından kıl çeker gibi yaparsın, bizi de bu dertten kurtarırsın. Sana bir hafta süre, düşün, geriye iki hafta kalıyor ona göre planını yap. Bana haber ver.

Akşam olunca İbrahim, Ali’nin konuyu araştırıp bir hafta içinde sonucu bildireceğini diğer komşulara anlattı.

*                               *                                   *

Bu bir hafta boyunca iki numaralı daire hiç olmadığı kadar komşularının ilgi ve muhabbetine mazhar oldu. İş dönüşünde Özgür’ün önü kesilip “bir kahve içelim” teklifleri her akşam bir daire sahibesi tarafından adeta sırayla yapıldı. Artık yemek davetleri birbiri ardına geliyordu.Özgür bunları nezaketle geri çevirince, bu defa  “sen işe gidiyorsun, yoruluyorsun, nasıl olsa evde pişiyor” diye envai çeşit ve lezette yemek  akşam kapılarına kadar geliyordu. Yemeği getiren içeri buyur edilmeyi bekliyor, kısa sohbetler esnasında  “hayırlısı ile borçtan kurtulmaktan” mutlaka söz ediliyordu. Arada ufak tefek hediyeler de cabasıydı.  Alışkın olmadıkları bu ilgi ve izzet-ikram onları bunaltıyor, bir beklenti mahsulü olmaları da ayrıca sıkıntı veriyordu. Evlerinin düzeni bozulmuştu. Zaman zaman iki kardeş tartışıyorlardı. Bu bir hafta  apartman sakinleri için bir ay kadar uzun sürdü. Sonunda İbrahim Ali’ye kararını sorup, “yapamayacağım” cevabını alınca buz gibi bir sesle :

–         Artık sonuçlarına katlanırsın.

–         Ağabey, sen benim durumumu çok iyi biliyorsun, daha önce de konuştuk, iş yerinde başka kişiler de var, bu konu çok dikkati çeker , mahvolurum yapmak istemiyorum, ne olur beni bağışla.

İbrahim tek kelime bile etmeden arkasını dönüp gitti.

Sonraki hafta komşular önce bir sessizliğe büründüler. İkinci günün akşamında Özgür’ü kapıda yakalayıp yalvarıp yakardılar. Ali’yi her gördükleri köşede sıkıştırıp ikna etmeye çalıştılar. Üç günün sonunda iki kardeş evlerine giremez olunca gidip arkadaşlarında kaldılar. Telefonlarına bakmaktan korkar oldular. Beşinci günün sonunda mecburen evlerine döndüklerinde hepsi İbrahim’in evinde toplanmış onları bekliyordu. Önce Ali’ye bu işi yaparsa bir araba alacaklarını söylediler, Özgür’e de bir yurt dışı seyahatine onların konuğu olarak birlikte gitmeyi. İki saat boyunca olmadık diller döktüler, yalvardılar. İstedikleri cevabı alamayınca  sertleştiler, daha da ileri gidip, PKK’lı bir hacker’ın  komşuları olamayacağını ima ettiler. Sonunda da “şayet yapmaz ise, onları polise ihbar edeceklerini “ söyleyip rahatladılar.

*                               *                           *

Bir ay sonra Ali kendisine yeni  bir iş ayarladı. Ablasını da alıp yurt dışına gitmeye karar vermişti. Hazırlıkları tamamladılar. .Kimseye bir şey söylemediler. Ali hiç istemediği şeyi cebren yapmış  ve hak etmediği bir beladan  sıyrılmıştı. Şimdilik. Artık bir an önce oradan uzaklaşmak ve yeni bir yaşama merhaba demek istiyordu. Evi boşalttıklarının gecesine aldıkları uçak biletlerini uzattığı görevli onlara iyi uçuşlar diledi.

Özgür elindeki dergiyi karıştırırken  son bir ay içinde yaşamlarının nasıl hızla değiştiğini düşünüyordu. Ali:

–         Uçağın kalkmasına biraz var, şurdan bir telefon edip, geliyorum.

Ahizeyi kaldırdı numarayı tuşladı, karşıdaki sese:

–         Bir ihbarda bulunmak istiyorum. dedi, adresi söyledi.  “Bodrum katında uyuşturucu bulacaksınız , sorumlu bir yurttaş” dedikten sonra telefonu kapadı.

İsimleri anons ediliyordu. Üçağa giden koridorda ilerlerken ablasının koluna girdi,

–         İşte şimdi kuş gibi haffledim. dedi.

Aralık 2012 Işık Tatoğlu-DEMİRTAŞ

This entry was written by isikdemirtas and published on 23 Ocak 2013 at 7:00 pm. It’s filed under Işık Demirtaş. Bookmark the permalink. Follow any comments here with the RSS feed for this post.

1 thoughts on “Kuş gibi

  1. Emine D. on said:

    Şehirlerin ve apartmanlardaki hayatların görünmeyen yüzünü yoğun dialoglarla sunan “Kuş Gibi” adlı öyküyü okuduğumda, çocukluğumun bez bebeklerine ve çamurdan yaptığım evlerine özlem duydum. Keşke herkes yeniden çocuk olsa…Çok güzel yazmışsın Işık. Kalemine sağlık.

Yorum bırakın